İstediğim şeyi asla elde edemem

Doğum günü pastam, dileklerim, endişelerim ve ben…

 

Sizin en baskın gölgeli düşünceniz ne? Hani aklınıza geldiğinde elinizin kolunuzun taş kestiği? Nerde ne zaman aklınızdan geçeceğini bilemediğiniz, hiç tahmin etmediğiniz bir olayla, bir tetikleyici ile iri puntolarla aniden beliriveren?

Benimki şu; İSTEDİĞİM ŞEYİ ASLA ELDE EDEMEM! Net olarak, kelimesi kelimesine bu.

İstediğim Şeyi Asla Elde Edemem; Gelin bu cümleye Mindfulness Koçluğu (MK) gözlüğü ile bakalım:

MK: Bu düşüncenin ilk belirdiği anı hatırlıyor musun?

Çağla: Çok emin değilim ama bir tahminim var, 7-8 yaşındaydım.

MK: Düşünce belirdiğinde ne hissetmiştin?

Çağla: Büyük bir hayal kırıklığı.

MK: Daha sonra bu cümle hep hayal kırıklığını uyandırdı sende?

Çağla: Bazen büyük bir öfke hissediyorum, bazen üzüntü, bazen yılgınlık, bazen de evet hayal kırıklığı. Sanırım yaşım ilerledikçe daha sık öfke hissediyorum.

MK: Hangi duyguda ne hissediyorsun?

Çağla: Öfke olduğunda müthiş bir kavga etme isteği duyuyorum, büyük bir haksızlığa uğramış gibi sanki… Karnıma kramp giriyor, soluk alamıyorum ve kavga edeceğim, bağırabileceğim bir insana ihtiyaç duyuyorum, en yakınımdaki kimse ona patlıyorum. Üzüntüde ise yine bir insana ihtiyaç duyuyorum, avutulmak, güzel laflar işitmek istiyorum, net olarak kalbimim acıdığını hissedebiliyorum. Yılgınlıkla  tamamen uyuşuyorum, sanki elim ayağım tutmuyor, kimseyi ne görmek ne de duymak istiyorum, tek başıma bir odada günlerce kalmak istiyorum. Bazen birkaç duyguyu aynı anda hissediyorum

MK: Peki bu duygulara neler eşlik ediyor?

Çağla: Düşünceler… “Aptalsın, beceriksizsin, her şeyi yanlış yapıyorsun, nedense kimse seni sevmiyor, özel bir sevimsizliğin var, sen hiç bir şey yapmazsın…” Böyle şeyler işte…

MK: “Aptal, beceriksiz, sevimsiz” olduğun için mi istediğin şeyleri elde edemeyeceğini düşünüyorsun?

Çağla: Evet.

MK: O anlarda neye ihtiyaç duyuyorsun?

Çağla: Böyle olmadığımı bana uzun uzun anlatacak bir insana ihtiyaç duyuyorum. Beni ikna edecek birine.

MK: Peki nasıl ulaşıyorsun bu desteğe?

Çağla: Birkaç arkadaşım var, onları arıyorum, bazen benden sıkıldıklarını hissediyorum, çünkü aynı meseleler etrafında dönüp duruyoruz.

MK: Ne kadar sıklıkta arıyorsun arkadaşlarını?

Çağla: Bilmiyorum ama böyle hissedince arıyorum, galiba sık sık. Çünkü çok alakasız bir olayla, okuduğum bir yazıyla ya da bir arkadaşımın anlattığı bir şeyle de böyle hissediyorum.

MK: İstediğin şeyleri gerçekten elde edemiyor musun?

Çağla: Bazen ediyorum tabii ki, bazen de edemiyorum. Ama elde etsem bile bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyorum, tadını çıkaramıyorum, sanki bir yanlışlıkla başıma gelmiş gibi ve yakında bu yanlışlık fark edilecekmiş gibi geliyor bana.

MK: Ve?

Çağla: Ben de istediğim ve ulaştığım şeylere fazla tutunmamaya çalışıyorum, zaten elimden gidecek diye.

MK: Bütün bu konuştuklarımızı bir düşünürsen içindeki ses ne diyor?

Çağla: “İstediğin şeyleri elde edemezsin Çağla!” diyor.

MK: Başka bir ses var mı?

Çağla: Cılız da olsa, “Niye olmasın ki, herkes bazen kazanır, bazen kaybeder, iyi günler vardır, kötü günler vardır.”

MK: Bu cılız ses sana kendini iyi hissettiriyor mu?

Çağla: Hayır, bu sesin doğru söylediğini biliyorum ama üstümde hiçbir etkisi yok. Bir kulağımdan giriyor, öbür kulağımdan çıkıyor.

MK: Bedenen tarif etmek istesen bu ses nerenin sesi?

Çağla: Kelimenin tam anlamıyla aklımın sesi. Çok zorlayarak duyabiliyorum bu sesi.  Diğerini ise nerdeyse tüm bedenimde hissediyorum, her an, herhangi bir olayda bile karşıma çıkabiliyor. Başkasının başına gelen güzel bir olayda bile, galiba en çok da onlarda.

MK: Neden başkasının başına gelen güzel şeylerde böyle hissediyorsun sence?

Çağla: Sanırım benden çalınan bir şey olduğunu düşünüyorum. Benim hakkım olan şeyler başkalarının başına geliyormuş gibi.

MK: Neden böyle hissediyorsun sence?

Çağla: İyi şeyler hayatta limitli sanki, ne bileyim sanki insanlık olarak güzel şeyleri paylaşıyoruz, bana bir şey kalmıyor.

MK: Neye ihtiyacın var peki?

Çağla: Bahsettiğimiz aklın sesini hissetmeye ihtiyacım var. “İstediğin hiçbir şeyi elde edemezsin” sesinin bir çocukluk anısı olarak kalmasını istiyorum.

MK: Bu ses kimin sesi?

Çağla: Biliyorum ama söylemek istemiyorum.

MK: Kısa bir meditasyon yapalım mı? Tüm bu konuşmalarımıza meditasyon gözlüğünden bakalım. Bedenen rahat mısın bir bak. Ayak tabanların yere değsin, sandalyede bağdaşta da oturabilirsin. Omurgan uzun, göğüs kafesin açık, çenen hafifçe göğsüne doğru, başının tepesiyle yukarıya doğru uza.

Bir elin karnında, diğer elin göğüsünde olabilir. Nefesinle buluş, fark et nefesini. Doğal nefesinde ol, nefesinin temposunu değiştirmeye çalışma, sadece her nefes alışını ve her nefes verişini izle.

Kendini, güvende hissettiğin bir alanda düşün, sevdiğin bir mekan olabilir; tamamen güvende olduğun bir yer, yerleştir kendini buraya, güvendesin.

‘İstediğim şeyi asla elde edemem’, bu cümleyi yavaşça bedenine bırak, ‘Ben istediğim şeyi asla elde edemem’, neler beliriyor, belki yüzler, belki sesler, anılar, ‘istediğim şeyi asla elde edemem’ bırak bu cümle bedeninde, zihninde dolaşsın.

Bu cümle sende dolaştıkça neler görünür oluyor senin için? Nefes aldığını fark et, nefes verdiğini… Kal biraz burada… Sonra izin ver yüzler, anılar, sesler aradan çekilsin… Belki hemen olmayacak, belki sadece flulaşacaklar, sen dikkatini bedenine getir.

“İstediğin şeyi asla elde edemezsin” bu cümleyi bir kez daha bırak kendine, bir kuyuya bir taşı atarmışçasına… “İstediğin şeyi asla elde edemezsin” nasıl hissediyorsun, bedeninde… Ve bedeninde nerde hissediyorsan bu alanlarla kalabilir misin? Belki karnın, belki göğüs kafesin, belki kalp bölgen, omuzların… Dikkatin hem nefesinde hem de bu alanlarda olsun. Nefesin, bedensel hislerin ve senin arana mümkünse başka hiçbir şey girmesin. Düşünceler belirirse dikkatini bedensel hisselerine getir… Sadece nefesin, bedensel hislerin ve sen…

Hepimizin gölgeli yanları var, az ışık alan bir odası. Buralara ait, onlarca anımız var, düşünce labirentlerimiz. Bu az ışıklı odada kendimizi bulduğumuzda, her yer karanlık diye panik olmaktansa bir an dikkatimizi nefesimize getirip odanın az olan ışığına adapte olmaya kendimizi bırakmayı deneyebiliriz. Odanın o an için az ışıklı olması odanın tehlikelerle dolu olduğu anlamına gelmiyor. Kendimizle ilgili olumsuz yargıların, aslında bizim gerçeğimizin olmayışı gibi. Hayatın bize getirdikleri, geçmişimizde yaşadıklarımız, belli düşünce kalıplarının oluşmasına neden olmuş olabilir ama bu düşüncelere birer kehanet muamelesi yapmak, işte elimizi kolumuzu bağlayan şey bu.

Tetiklendiğimiz zamanlarda kendimizi düşüncelerin hoyrat kucağına atmak yerine bir an için, sadece bir an için, nefesimize ve bedensel hislerimize odaklanmak düşünce balonunu biraz küçültebilir. Enerjimizi düşüren, elimizi kolumuzu bağlayan düşünceleri beslemek yerine, bu düşüncelerle sıkışan, daralan, büzüşen bedenimizin yanında olmak inanın yepyeni bir kapı açabilir.

Not: Geleneksel terapiye saygımız, inancımız tam. Tüm bu öneriler mütevazi bir kendiyle kalma önerisi.

Çağla Güngör