Yogaya, yıllar önce Bora Ercan’ın bir akşam dersine girerek başladım. Hariom, Kızıltoprak’taydı. O zamanlar bir ayağım yurt dışındaydı ve o ilk dersten sonra İstanbul’a her gelişimde 8.30’daki sabah pratiklerine koşarak gittim. Yaklaşık bir yıl böyle sürdü. Bu zaman içerisinde, yurt dışında gittiğim onlarca şehirde bir yoga stüdyosundan başımı içeriye uzatmayı bırakın, Hairom’da da sadece ve sadece Bora Hoca’nın derslerine girdim. Ne kayıp ama!
Evet kayıp. Bora Ercan gibi bir hocayı tanımak, derslerine girmek büyük kazanım ama başka eğitmenlerle çalışmamak da bir taraftan büyük kayıp. Mesela, yıllar sonra fark edecektim ki derslerine girmeyi çok istediğim bir yoga eğitmeni, tam da o sıralar Hariom’da ders veriyormuş. Kaçırmışım. Şimdi bu eğitmeni Türkiye’de yakalamak güç.
İstanbul’a kesin dönüşle birlikte, Hariom’un Beşiktaş’taki kardeş stüdyosuna kaydoldum. Om Yoga Merkezi’nde o dönem; Bora Ercan’dan yeni mezun eğitmenlere, Lale Batur’dan Monika Tuğutlu’ya, Nazan Gazanfer’den hala eğitimlerde ve stüdyolarımızda birlikte çalıştığımız Sanem Önder’e kadar çok değerli eğitmenler vardı. Bu kez aynı hataya düşmedim. Hemen hemen tüm derslere girdim, herkesle tanıştım, çalıştım. Bunu, eğitmen olma motivasyonu ile yapmıyordum. Sadece yoga yapıyordum.
Kendisinden temel dersler aldıktan kısa bir süre sonra Monika, İstanbul’dan ayırıldı. Hala ondan öğrendiğim pek çok bilgiyi temel olarak alıyorum. Canım Lale Hocam. Yıllarca derslerine girdim. Bir yoga dersinde “nefes”in ne olduğunu, dengelenme hissini, tüm ders boyunca kaşımı gözümü oynatmadan tamamen meditatif bir şekilde asana pratiği yapmayı, ondan öğrendim. Ve o da İstanbul dışında yaşıyor şimdi. Nazan Hocam’ın disiplini, net yönlendirmeleri, bir yoga dersinde güvende hissetmek üzerine düşünmemi sağladı, çünkü Nazan Gazanfer bana bu hissi verdi ve kendisi de artık Om Yoga’da değil. Sevgili Sanem’i, Bora Ercan’ın olmadığı zamanlarda onun yerine ders verirken tanıdım, ilk Yin dersimi kendisinin uzmanlığında deneyimledim, çok güzeldi.
“Bora Hoca yok mu!?”
Bir akşam stüdyoya Bora Hoca’nın dersi diye gittim ve onun yerine “Sanem dersi verecek” dediler. Bunun pek çok nedeni olabilir. O dersin eğitmeni bir eğitimdedir, şehir dışındadır, hasta olabilir vs. Bu haber, bende hiçbir duyguya neden olmadı. Birincil niyetim Bora Ercan’la yoga yapmak değil, günün o saatinde orada yoga yapmaktı. İkincil niyetim elbette çok sevdiğim, kendisinden çok şey öğrendiğim için Bora Hoca’nın dersinde yoga yapmaktı ama birinci niyet daima öncelikli oldu. Bunun da böyle olması gerektiğini, çok net ve kesin cümlelerle ifade etmekten kaçınmıyorum ve bu algı genel geçer olmalıdır diyorum.
“Matkap mantrasıyla” yoga
Yoga yapmaya niyetli olan biri; kişiden, zamandan, mekandan bağımsız olarak kendi pratiği için o matın üzerine çıkabilmeli. Om Yoga’da dersime katılan sevgili üyelerimizle, hemen bitişiğimizde yıkılıp yeniden yapılan binanın inşaat seslerine rağmen istikrarlı bir şekilde derslerimizi sürdürmüştük. Yoga yaparken stüdyomuzun duvarı da delindi, bahçeye koca koca taşlar da düştü, gürültüyü hayal bile edemezsiniz… Dersler bir ya da iki kez ertelendi, bunun dışında herkes bilerek ve gördüğüm kadarıyla yoga yapmaya koşulsuzca niyet ederek oradaydı. Zamandan, mekandan bağımsız. Eğitmenden de bağımsız. Çünkü haftanın her günü aynı saatte, farklı eğitmenlere, aynı gürültüye, aynı katılımcılar gelmeye devam etti.
Bir yoga eğitmeninin bilgisi, deneyimi, enerjisi elbette önemli ve belirleyici ama; öncelik kendi enerjiniz. Enerjinizi nereye nasıl yönelttiğiniz. Günlük hayatımız/günlük zihnimiz zaten koşullanmalarla dolu. Pek çok şeyi düşünmeden ezbere yapıyoruz ve bir süre sonra, akşam 7’deki x hocanın x dersine gitmek de bir ezbere dönüşüyor. İşten çık, haldır haldır koş, koşarken derse, dersin eğitmenine koşullan, yetmedi ders çıkışını planla… Çoğu zaman da bunu bilinç düzeyinde dahi yapmıyoruz.
Neyse konu şu; bu koşullanmalarla stüdyoya gelince, seni başka bir eğitmen karşıladığında ne yaparsın ya da ne yapmalısın ya da ne yapıyorsun, farkında mısın?
Bir yoga öğrencisi olarak bu konudaki sürprizler karşısında hiç yıkılmadım. Bir süre sonra eğitmenlik yapmaya başlamamla birlikte başka bir şey deneyimledim. Ben de artık Bora Ercan’ın ya da farklı hocalarımın/arkadaşlarımın yerine dersler veriyorum ve o derse gelen bazı kişilerin, karşılarında x hocayı değil de beni görünce bu durumu nasıl yaşadıklarını izliyorum. Benim açımdan nahoş bir deneyim ama bir o kadar da ilginç. Gerçekten şaşırıyorum. Ortalık birbirine katılıyor: “Nasıl olur da her hafta bu dersi veren eğitmenin bugün bu dersi vermeyeceğini önceden haber vermezsiniz” diye… Stüdyolar eğitmen değişikliğinde programlarını güncelliyor. Ders iptal olmadığı sürece ise kimse özellikle aranmıyor ya da kimseye özel mesajlar yollanmıyor çünkü önemli olan ders programı ve o derse uygun eğitmenin ders verecek olması, dersin iptal olmaması.
Bu reaksiyonların, o sırada dersi verecek olan eğitmene saygısızlık kısmını bir cümle ile geçeyim hadi ama “hayal kırıklığını” bu kadar gürültülü yaşayan, kendini ite kaka beş karış surat ve önyargılarla derse sokan katılımcının yaptığı yogaya ne demeli? Ona bir faydası olur mu? Bilemiyorum. “Belki ilerleyen dakikalarda nefesine ve bedenine yöneltebiliyordur zihnini” ama aynı kişileri aynı tepkileri gösterirken görmek beni biraz umutsuzluğa sürüklüyor.
Lafı uzatmayayım ve şunu son olarak söyleyeyim…
Efendim Türkiye’de işini ciddiyetle yapan pek çok yoga stüdyosu ve çok kıymetli eğitmenler var. Yetiştirilen bizim gibi yeni nesil eğitmenler de çok titiz eğitimlerden geçiriliyor. Kaldı ki Om Yoga ve Hariom gibi köklü, ciddi iki kurumun kurucusunun yani Bora Ercan’ın ekolünden, “kula”sından gelen bizler, tesadüfen bu stüdyolarda ders vermiyoruz.
Çok çalışıyoruz, eğitim bitmiyor, çok okuyoruz, araştırıyoruz, karşılaştırıyoruz, konuşuyoruz, kendimizi bu işe adamış bir şekilde her seferinde yepyeni bir enerji, bir öncekinin üzerine eklenmiş yeni bilgiler ve biraz daha artmış deneyimlerle o matın üzerine, katılımcılarımızın karşısına çıkıyoruz. Evet bu, hem bizim titizliğimiz ve disiplinimiz, hem de bizi yetiştiren, geldiğimiz Yoga Ailesi’nin bize öğrettiği, her şeyden önce mesleki ahlak meselesidir. Değerli katılımcılarımızın da öncelikle yargısız bir zihinle en azında bu emeğe ve paylaşıma ama en çok da kendilerine saygı duyarak dersin yönlendiricisi kim olursa olsun, tüm bedeni, ruhu ve nefesiyle orada olmalarını diliyoruz.
Başucu kitaplarımızdan olan Mircea Eliade’nin kitabı “Yoga-Ölümsüzlük ve Özgürlük”den bir cümle ile bitsin yazı:
“Koşullanmamış bir oluş haline yeniden doğmak. Kurtuluş, mutlak özgürlük budur” (s. 28)
Sevgiler
Nilüfer Eyiişleyen