Melankoli, Malihülya ve Pitta Dosha

Google’a “melankolik” yazdığınızda arama motoru şöyle tamamlamalar yapıyor: “melankolik filmler, melankolik şarkılar, melankolik kitaplar, melankolik beat…”  Mesela sonuncusuna tıkladığınızda başlıklarda “duygusal melankolik beat” ifadesine sık rastlanıyor. Sonra “melankolik şiir” aramaya kalkarsanız “birbirinden melankolik şiirler” gibi başlıklar görmek mümkün. Anladığım kadarıyla “melankolik, romantik, narsistik” iç içe geçmiş arama motoru sonuçlarında.

Eski Yunancada “melan” kara, “kholi” ise safra demek. Yani melankoli bu iki sözcüğün bileşiği olan, kara safra.

Bir adım ileriye gittiğimizde melankoli (melanχolḗ) sözcüğü “eski tıpta kara safranın artmasıyla yakalanılan hastalık, kara sevda” anlamına gelen melankolia (melanχolía) sözcüğüne de kaynaklık eder. Bu arada sevda, Arapça swd köküyle, “kara şey, melankoli, akıl dışı arzu, tutku” anlamlarına geliyor (Bkz. Nişanyan Sözlük).

“Sevda” kelimesi ile “sevmek” kelimesinin köken olarak ilgisi yokmuş. Bence anlam olarak da ilgisi yok zaten. Yazının sonunda Freud’un Yas ve Melankoli makalesinden yaptığım alıntıların da bunu desteklediğini düşünüyorum.

Arapçadan gelen malihülya da “melankoli, kara sevda, karanlık düşünce, endişe” anlamlarını taşıyor ve Eski Yunancadaki melankoliden alıntı. (Bkz. Nişanyan Sözlük).

Peki safra nedir, neye yarar? Karaciğer tarafından günde yarım – 1 litre arası üretilen bir tür sindirim sıvısı. Kendisi, karaciğerden oniki parmak bağırsağına gidiyor. Genel hatlarıyla ne işe yaradığına bakalım: Bu sıvı, karaciğerimizde ayrışan maddelerin vücuttan atılımında yardımcı… Karaciğerde bulunan fazla kolesterol safra aracılığıyla ince bağırsağa yollanıyor ve safra ayrıca yağlar ile yağda eriyen vitaminlerin ince bağırsakta emilimini sağlıyor.

Ayurveda’da safra

Ayurveda, bir yaşam bilimi, bütüncül bir tıp sistemidir. Sağlığı koruma temellidir ve hastalıkları hem semptoma göre hem de nedenine göre hafifletmeyi amaçlar. (Centre for Yoga Studies: Āyurveda & Yoga – The Pañca Bhūta). Hint tıp tarihi İ.Ö. 3000’lere kadar uzanıyor. Harappa ve Mohenjodaro’da yapılan kazılarda bu dönemlere tarihlenen gelişmiş bir hijyen ve sağlık sistemi olduğu, bulgular arasında. Ayurveda, yaşamı da insanı da bütüncül bir yaklaşımla ele alıyor. Yani insanı sadece etten kemikten bir mekanizma kabul etmek yerine mizacını hem bedensel hem de psikolojik, zihinsel, ruhsal olarak değerlendiriyor. Kullandığı bu sistemin adı dosha (vücudun ve ruhun mizacı). Vata, pitta, kapha üç temel dosha’dır ve doshalar, maddenin beş halinden gelir: eter (boşluk), toprak, su, hava ve ateş. Vata dosha eter ve hava ile, pitta dosha ateş ve su ile ve kapha dosha toprak ve su ile ilişkili.

Her insanın baskın bir dosha’sı veya dosha’ların kombinasyonu var. Ayurveda, sağlığın üç dosha’nın dengelenmesiyle elde edildiğini kabul eder.

Konumuz itibarıyla pitta dosha’ya biraz daha yakından bakalım. Pitta, vücut ve zihnin metabolik sistemini, sıcaklığını, ısısını ve dönüşümlerini kontrol ediyor. Bihar School of Yoga’nın kitaplarından “Sanskrit Glossary of Yogic Terms”de üç dosha’dan biri olan pitta’nın karşılığında, İngilizcede “safra ve öd” anlamına gelen “bile” yazıyor. Georg Feuerstein’ın “The Encyclopedia of Yoga and Tantra” adlı külliyatta ise “gall (safra ve öd)” kelimesi tercih edilmiş pitta’nın karşılığı için.

Pitta dosha’nın ana nitelikleri genel olarak sıcak, keskin, yoğun, hafif, bitter şeklinde sayılabilir. Pittalar güçlü iradeli, baskın, hırslı, kararlı ve azimlidir diyebiliriz. Pitta’nın dengesi bozulursa sinirli, öfkeli, yargılayıcı, eleştirel ve hatta saldırgan hale gelebiliyor. Yine dengenin bozulması halinde asidik bir mide, hassas cilt, aşırı vücut ısısı veya mide ekşimesi yaşayabiliyorlar.

A Practical Approach to the Science of Ayurveda adlı kitapta, “Bazen pitta, önemli işlevlerinden biri olan safra olarak çevrilir.” diyor. Hinduism Glossary’de, “Pitta, mide ile bağırsaklar arasında salgılanan, karaciğerden akan ve dalak, kalp, gözler ve deriye nüfuz eden safralı mizaçtır. Sindirimi ve dolayısıyla metabolizmayı yönlendirmek için safrayı kullanan enerji ilkesidir.” şeklinde bir tarif yer alıyor.

15. yy Hatha Yoga metni Hatha Yoga Pradipika’nın (Çeviri ve Yorum Bora Ercan) Pranayama bölümünde “Basti Karma uygulamasıyla kolik, karaciğer genişlemesi, ödem vata (hava), pitta (safra) ve kapha (balgam) fazlalığından kaynaklı rahatsızlıklar tedavi edilir.” şeklindeki ifadeyle, bastinin yararı anlatılır. 17. yy’a tarihlenen Gheranda Samhita’da (Çeviri YAM, Türkçe editör: Nilüfer Eyiişleyen, Yorum Bora Ecan) ise vastra dhauti uygulamasının cilt sorunlarını, ateşi, dalakta büyümeyi, cüzzamı; kapha (balgam) ve pitta (safra) bozukluklarını giderdiği yazar ve devam eder: “(Vasta dhauti) bedeni hastalıktan uzak tutar, dayanıklılığı ve neşeyi arttırır, sağlıklı büyümeyi destekler.”

Şimdi Hindistan’dan Ege Denizi’ne gelelim ve binlerce yılın öncesine uzanan Ayurveda’dan, tarihi biraz daha öne, İ.Ö. 400’lere çekelim. İstanköylü Hipokrat, insan mizacını belirleyen dört temel özsu (suyuk) olduğunu söyler. Bunlar da kan, salgı/phlegma (balgam), sarı safra ve kara safradır.

Hipokrat’ın “dört suyuk doktrini” aslında Eski Mısır’a kadar dayanır ve büyük olasılıkla bazı değişikliklerle Hint’ten Mısır’a ve buradan da Antik Yunan’a gelmiştir. Eski Mısır’a kadar dayanan anlayışa ise ahlat-ı erbaa adı veriliyor. Erbaa, “dört” demek ve ahlat’ın buradaki anlamı “bir karışımı meydana getiren unsurlar”. Yani, ahlat-ı erbaa “kan, balgam, sevdâ ve safradan ibâret dört unsur” olarak geçer (Bkz. Kubbealtı Lügat). Buradaki “sevda” kara safra, safra ise sarı safradır. Nasıl ki Ayurveda bu unsurların dengeli olmasını sağlıklı olmakla ilişkilendiriyorsa Eski Yunan ve Eski Mısır da bunu kabul ediyordu. Örneğin Ahlât-ı fâside, vücutta sağlık ve mizacın bozulması sonucunu doğuran dengesi bozulmuş dört unsur olarak açıklanır.

Hipokrat, bu dört suyuktan kara safrayı yoğun taşıyan insanların “melankolik mizacı” olduğunu söyler ve melankoliyi şöyle tanımlar: “Kaygı ve üzüntünün uzun sürdüğü durumlar melankolidir.”*

İslam dünyasında mizaç teorileri geliştikçe şöyle bir sınıflandırmaya gidilmiş:

Demevî (sanguin), balgamî (flegmatique), safravî (colérique) ve sevdâî (mélancolique) terimleriyle psikolojik tiplemeler ortaya konmuş. (Bkz. İslam Ansiklopedisi)

Ayurveda’da kara safra yok ama safranın (pitta) dengesizleşmesiyle ortaya çıkan psikolojik zihinsel hallerin Hipokrat’ın kara safrasıyla karşılaştırabilir miyiz, kısaca bakalım…

Pitta’nın artması durumunda ortaya çıkan baskın mizaç, kaynaklara göre “öfke”. Pitta’nın şiddetlenmesi, mide yanmasından öfkeye, her şeyi ateşliyor adeta. Hayal kırıklığı, haset ve kıskançlık ise pitta’nın öfkesini körükleyen etkenler.

Öfkenin kardeşi nedir peki? Suçluluk duygusu. Suçluluk duygusu da narsisizmi içinde gizler aslında. Melankoli bana, narsisizmi barındırdığını düşündürüyor.

Önemli bulduğum bir bağlantı: “Melankoli literatürüne göre Homeros dönemi Yunancasında, daha sonra melankoli olarak değerlendirilecek kimi belirtiler, “bedenin orta bölgesi”, “kararma” ve “öfkelenme” gibi sözcüklerle ifade edilmiştir.”*

Değerli Serol Teber’in aktarımı güzel bir bağlantı daha kurmak için başka bir pencere açar:

“Safrakesesinin salgıladığı safranın kuruması, koyulaşması, acılaşması – bir tür zehir niteliğine dönüşmesi- sonucu ortaya çıkan” melankoli, uykusuzluk, korku nöbetleri, münzevilik, dalgınlık, öfke krizleri ve hüzne neden olur. Hastalığın uzaması veya tekrarlaması ölümcül sonuçlara yol açabilir. (Thomas Rütten ve Jean Starobinski’den aktaran S. Teber, Bkz. Melankoli – Normal Bir Anomali)

Narsisizm demişken yine Antik Yunan’a gidelim ve Aristoteles’in (İ.Ö 384 – İ.Ö 322) melankoli için ne söylediğine bakalım:

“Neden felsefede, siyasette, şiirde, sanatlarda olağanüstü kişilerin hepsi kara safralıdır /melankoliktir?” (Problemata XXX.) Filozofun deha ile melankoli arasında bağ kurması, melankoliye olan bakışı, tarihi bir şekilde değiştirir.

Hipokrat’ın “Uzun süren nedensiz endişe ve korku” diye tanımladığı melankoliyi yani safranın kuruması ve koyulaşmasıyla ortaya çıkan kara safrayı, dengesiz mizaç halini Aristoteles, sadece tıbbi bir hastalık olmaktan çıkarıp deha ve yaratıcılığın kaynağı gibi göstermiş (Bkz. Neshilan Işık, Manifold) ve bu da bin yıllarca satın alınmış bir fikir haline gelmiştir. İşte bunlar aklıma narsisizmi getiriyor kaçınılmaz olarak.

Orta Çağ’da bir dönem “kendine ve Tanrı’ya ilgisizlik ve kayıtsızlık hissi olarak ölümcül günahlardan biri sayılmış.” olan melankoli (a.g.y. Manifold), Rönesans’la birlikte tekrar yükselişe geçer. Popüler kültürde nasıl bir yer edindiğini ise siz de Google aramalarıyla bulabilirsiniz. Şimdi buralara kadar gelmişken Satürn’ün çocuklarına da bir merhaba deyip Freud’a noktayı koyduralım.

Satürn, melankolinin gezegeni. Astrolojiye girmeyeceğim sadece şunu not düşeyim; ucundan kıyısından da olsa melankolik olmayan bir Oğlak tanımadım. (Oğlak burçlarının gezegeni Satürndür) Mitoloji bu ya Satürn, annesi Gai tarafından babasını hadım edip kardeşlerini hapisten kurtarması için teşvik edilir. Satürn de babası Uranüs’ü hadım eder ve onun yerine geçer ama annesine söz verdiği gibi kardeşlerini kurtarmaz. Gai da kehanetini koyar ortaya: “Senin çocukların da sana aynısını yapacak.” Bunun üzerine Satürn korkudan çocuklarını yemeye başlar. Zamanın kendi yarattığını bir yandan da yok etmesi olarak okuyabiliriz bu döngüyü. Çünkü Satürn, zaman babadır. Yani Zeus’un babası, diğer adıyla daha iyi biliriz, Kronos’dur Satürn.

Freud, Yas ve Melankoli (Trauer und Melancholie) adlı makalesini 1917 yılında yazar. Kişinin bir kayıp yaşaması durumunda yas ve melankolide nasıl tepki verdiğini incelemiştir. Bunu yaparken de melankoliyi, kafamızı netleştirecek şekilde pek çok açıdan tarif eder. Makaleden doğrudan alıntıları değerlendirmelerinize sunuyorum:

“Melankolinin ayırıcı özellikleri (yas ile korelasyonundan söz ederken), derin acılı bir yeis hali, dış dünyaya ilginin kesilmesi, sevme kapasitesinin kaybı, aktivitelerin inhibisyonu ve kendini kınamaya, yermeye varan ve sanrısal cezalandırılma beklentisinde sonuçlanacak şekilde, kendine saygıda azalma halidir.”

“Hasta melankoliye neden olan kaybın farkında olsa ve kimi kaybettiğini bilse bile kendi içinde neyi kaybettiğini anlayamaz. Bu melankolinin bir şekilde, sevilen bir nesnenin yastan farklı olarak, (yasta kayıpla ilgili bilinçdışı bir şey yoktur) bilinçdışı kaybı ile ilişkili olduğunu göstermektedir.”

“Melankolide, hastalığa yol açan durumlar, çoğu zaman ölüm yolu ile olan bir yitimin ötesinde, bireyin hafife alındığı, ihmal edildiği, hayal kırıklığına uğradığı, dolayısıyla ilişkiye sevgi ve nefret gibi karşıt duyguların girdiği veya önceden var olan ambivalansın güçlendiği tüm durumları kapsar.”

Yazının başlarında, sevda ile sevmenin aynı şey olmadığını, öfke ve suçluluk arasındaki bağlantıyı ve buradan da narsisizme uzanan bir durum olabileceğini belirtmiştim. Freud’un makalesi beni bu nedenle heyecanlandırdı. Psikanaliz alanında profesyonel olan bir kişi belki de “evet zaten bu durum gün gibi ortada, bilinen bir şey. Amerika’yı yeniden keşfetmenin anlamı yok” diyebilir ama hayır, her Amerika’yı keşif kişinin kendini keşfidir. O nedenle bu bağlantıları kazıya kazıya kurup paylaşmak, benim mutluluğum.

(Yas ve Melankoli, Freud, S., 1917, çev. R. Uslu & O. E. Berksun, Ankara Üniversitesi Arşivi)

Görsel olarak kullanılan eser: Edvard Munch, Melankoli, 1892

Nilüfer Eyiişleyen

 

 

 

 

*Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı, Deha ile Yas Arasında Melankoli: Antikiteden Günümüze Melankolinin Muhtevaları, Başkalaşımları ve Politik İşlevleri, Mert Karbay, Yüksek Lisans Tezi